Kolezyum hakkında
24 Aralık’ta Vatikan müzesinin ihtişamına o kadar kaptırdık ki kendimizi, zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişiz. Saat 14:30 için aldığım Kolezyum biletimin giriş saatine yetişebilmek için Vatikan müzesi çıkışında bulunan taksilere yöneldim. Türkiye’deki taksiciler gibi bir grubun içine dalıp önce İngilizce, sonra İspanyolca Kolezyum’a gitmek isteğimi belirttim. Önce 50 Euro gibi bir fiyat talep etti taksici. “Taksimetreniz yok mu?” diye sorunca arkalardan zayıf bir İtalyan’a yönlendirdiler ve onun resmi bir taksi olduğunu söylediler. Bindiğimiz takside taksicinin ilk yaptığı şey taksimetreyi açmak oldu. Kısa bir yolculuk sonrası 15 Euro olan taksi ücretini ödedim ve tam da o görkemli, ihtişamlı ve korku salan yapının tam önündeydik.
Taksiden inince bir Erasmus öğrencisi olduğunu düşündüğüm genç bir kızın, orta yaşlarda bir beyefendiyle Türkçe konuştuklarına şahit oldum. Bu bey, boynunda taşıdığı kokartla rehber görünümü veriyordu. Ancak tanışıp biraz konuştuktan sonra, kendisinin Bingöllü olduğunu, yıllardır Türkiye’ye gitmediğini ve İtalya’da yaşadığını ve rehber olmadığını öğrendim. Bu kısa konuşma sırasında genç kız yanımızdan uzaklaştı ve biz de 10-15 dakika kalan giriş saatinin önemsiz olduğunu sonradan öğrendiğim o sıraya girmek için Bingöllü arkadaşın yanından ayrıldık.
Giriş, etrafı Türkiye’de polis kontrol noktalarında kullanılan demirden korkuluklarla çevrilmiş bir alandan geçerek yapılıyordu. Görkemli yapının ihtişamı ve gölgesi altında yüzlerce insanın sırada beklediği bu yere nihayet gerekli kontrollerden geçtikten sonra girebildik.
İlk kez adım attığım Kolezyum, sadece bir yapı değil, zamanda geriye doğru bir yolculuktu benim için. Dokunduğum duvarlarda işçilerin emeklerini, acılarını hissedebilmek; korku ya da öfkeyle birazdan karşılaşacakları insan ya da hayvanlarla yapacağı mücadelede hayatta kalıp kalamayacağı endişesiyle arenaya koşuşan gladyatörleri görmek. Ağlayan, bağıran yada kahramanca savaşmayı tercih eden kölelerin arenada birer savaşçıya dönüştüklerini düşünmek ve coşkun bir hevesle arenada olan her neyse onunla üzülen ya da sevinen halkın seslerini duyabilmek…
Roma’nın kalbinde yükselen bu devasa amfitiyatro, insanlık tarihinin görkemli bir anıtı olarak tüm heybetiyle karşımdaydı.
Tanrı, içinde yaşadığımız zamanın kudretli ile bizi korusun. Cılız vücutlarımızla o gün bir köle olarak bu yere gelmeyi asla istemezdim. Bugünün heybetliyle dolaştığım bu yerlerde o günün şartlarında bir kaç dakikalık arena ateşindeki cılız bir köz olurdum herhalde.
Kolezyum’un tarihine baktıkça, kendimi Antik Roma’nın çalkantılı ve ihtişamlı günlerinde buldum. İmparator Vespasian tarafından MS 70-80 yılları arasında inşa edilen bu yapı, Roma İmparatorluğu’nun gücünü ve ihtişamını göstermek için tasarlanmıştı. İnanması güç ama burası bir eğlence merkeziydi; gladyatör dövüşleri, vahşi hayvan avları ve halka açık oyunlar burada, yani dokunduğum ve hissettiğim bu topraklarda meydana geldi. Hissedebilmek, onları duyabilmek; bağrışlarını ve yükselen bir kılıcın indiği yerde verilen son nefesin o coşkuda yok oluşunu duyabilmek…
Çok fazla empati yaptığım hissiyle gezindiğim bu yerin mimarisine hayran kalmamak elde değil. Eliptik şekliyle, oturacak yerlerin düzeniyle ve akustik sistemiyle mühendislik harikası bir yapıydı. Taş bloklardan kemerli geçitlere, zemin altındaki karmaşık tünellerden görkemli tribünlere kadar her bir detay incelikle işlenmişti. Günümüzde bile, zamana meydan okuyan bu harabeler birer sanat eseri gibi görünüyor.
Ama insan bir an durup düşündüğünde Kolezyum’un sadece bir mimari harika olmadığını fark ediyor. O taşların arasında insanlık tarihinin hem ihtişamını hem de acımasızlığını hissediyor. Yüz binlerce insanın ve hayvanın kanı burada döküldü, sadece bir gösteri uğruna… Bu çelişki, bu ironi , burayı hem hayranlık uyandıran hem de hüzün veren bir yapı haline getirdi gözümde. Arenaya inip etraftaki insanların çığlıkları eşliğinde yaşam mücadelesi veren bugünün gladyatörleri ve o günün ölüme mahkûm köleleri, savaşlarda esir düşmüş bir asker ya da ticarette borcunu ödeyememiş bir tüccarın kanlı sonuna yolculuğundaki belki de son duraktı.
Her şeye yüksekten bakan Roma halkının, bedava ekmek ve bira eşliğinde izlediği bu eğlenceler ve hüsran, Kolezyum’un her taşına işlenmiş bir haykırış halkası gibiydi.
VIVAT IMPERATOR
24 Aralık günü Kolezyum’dan ayrılırken, bu heybetli yapının hem geçmişin bir tanığı hem de insanlığın hem yaratıcı hem de yıkıcı doğasını gözler önüne seren bir sembol olduğuna tanıklık ettim. Roma’nın kalbinde bir kez daha, tarihin büyüsüne kapılmış olarak Panteon’un yolunu tuttuk.
Yorumlar
Yorum Gönder