1001 GECE MASALLARI hakkında


Üniversite yıllarımda sinema bölümünü okurken, binbir gece masallarının ufkumu açacağı kanaatiyle almaya niyetlendiğim ancak bir türlü fırsat bulamadigim bu seriyi hayatım daha bir normallesince bir kaç yıla yayarak sindire sindire okudum. Bir kitaba başlayınca eğer kitapla aramda bir bağ oluşmuşsa kitabı okurken, bir yanım üzülür bitecek diye ancak hep sonuna ulasabilme hevesi ile de başetmeye çalışırım bu duyguyla çünkü bilirim ki her güzel şey bir gün bitecek ve her bitenle bir yenisi başlayacak. Neyse sizi sıkmak istemiyorum. 

1001 gece (Hazâr-o Yak Šab) serisi İRAN edebiyatının dünyaya kazandırılmış bir armağanıdır, hikayeler  9. yüzyıl dolaylarında masalcı Ebu Abdullah Muhammed el-Gahşigar tarafından derlenip Arapça'ya çevirilmiştir.
lk kez Türkçeye  15. Yüzyılda Abdi tarafından çevrilmiş  isede 19 yy sultan Abdülaziz döneminde Ahmet Nazif tarafından da dört ciltlik  bir ceviri yapilmis.

Okuduğumuz 16 kitaplık seri  ise aynı zamanda sinemaya  katkılarıyla tanıdığımız sinema profesörü Mehmet Şerif Onaran tarafından Arapça çevirisine sadık kalmış olan Fransız yazar  Joseph Jean Mardrusun çalışmalari kaynak alınarak yapılmıştır.  
Titiz bir çalışmanın sonucu olarak okuduğumuz bu seri, çeviri esnasinda bir  çok yabancı tercüme kitaplarla da karşılaştırılarak masalların orjinalliğine sadık kalınmış ve  1992 yılının Nisan ayında  Afa yayınlarindan ilk baskısı Türkçeye kazandırılmıştır. 

 Herkesin bir kez okuması gereken bu hikayeler serisi, hayat okulu öğrencileri için ibretlerle dolu örnek bir yaşam felsefesi olarak hayatin bir zamanında size rehberlik edebilecek bilgileri önünüze sunar. İçerisinde cinlerden, perilerden büyüden, sihirden,aşktan, nefretten , fakirliğin en dibinden zenginliğin en zirvesine, uçan cinnilerin sırtında yolculuk eden insanlardan gorunmeyenin ötesine yolculuklara, ihanetten en derin sevdalara bir yolculuk bu.

Şehriyarın kadına olan guvensizliği ile başlayan ve şehrazatın bir gün daha fazla yaşayabilme umudu ile 1001 gece de  anlattığı bu hikayeler Dünyazatın ruhundan geçerek, gecenizi gündüze baglayan bir bağ olabilir. 
16 kitaptan olusan bu seriyi okurken bazen işimin yorgunluğuna aldırmadan gecenin geç saatlerine kadar, bazen de bir atımlık dinlenmelerde ama sindire sindire bir kaç yıla yayarak anca bitirdim. Bu duyguyu Sabahattin Alının ( Kürk Mantolu Madonnasında ve Nikos Kazancakis tarafından yazılan Zorba adlı kitapta da hissetmiştim.
 Bu duygu sevgili olana hüzünlü bir elveda demek gibi. 

Bu seriyi okumanızı tavsiye ediyorum çünkü bu hikayeler sizi elinizden tutarak ta en başa annenizin karnına götürür, sonra bir çığlıkla mısırda bir köyde doğuverirsiniz, yolunuz afrikaya düşer orada dünyanın sonuna süleymanın ifritleri içine kitledigi testileri okyanus dibinde arayan faslı bir sahil kasabası köyündeki yaşlı balıkçıyla sohbete götürür. Bir bakarsınız balığın sırtında bir bakarsınız sihirli bir sofranının başında Alaadinle yemek yerken bulursunuz kendinizi. Ali babayla Kırkharamilerin zenginliğine ortak olur ve şehrazat gibi bir kadının fendi ile aldanır durursunuz. Daha neler neler var anlatılmayan ancak bilmeniz gereken bir şey var, ilk hikaye ile başlayan serüven şu sihirli cümleyle sizi merakin pençesiyle yakalıyor (Ey bahtı güzel şahım, vaktiyle tacirler içinde, pek çok serveti ve tüm ülkelerde ticari ilişkileri olan bir tacir varmış.) 
Kitap kapalı ruhların farkli dünyalara açılan pencereleri. 
Iyi okumalar. 

Hikmet IŞIN ispanya günleri

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İTİRAFLARİM KİTAP İNCELEMESİ TOLSTOY

Varlık ve yokluk ilişkisi

UYKU ALEMİNDE BİN FERSAH