BİLET, TAKSİ, EŞİM , BEN , Marakeş ve Taksici
Bazen rabbin beni sınadığını hissediyorum, bu durumlarda da telaş etmeden olması gerekene kanaat getirerek fitne kalbimde keşke olmasaydı diyorum.
Gecenin ikisinde eşimle, baba topraklarına zıt bir harita çizerek farklı iklimlerde farklı insanlarla ve farklı kültürlerle tanışma yolunda düştük yollara.
İlk adres Madrid'di sabahın yedisinde Adolfo Suárez havaalanının kapısından içeri girerken daha dört saat vardı uçağın kalkmasına. Uykulu gözlerimle çay kültürüne aykırı yavaş yavaş alıştığım sert bir kafe Corto içtikten sonra anca zihnim gündüz ile gecenin ayrımına vardı. Fazla oyalanmisiz, terminal 4S denilince aklıma aynı terminalde olan ve 5 dakikamizi almayacak bir mesafe geldi. Düşünce bu olunca da saat 10 :00 gibi ancak başladık bavul teslimine.
Pasaport kontrolüne vardığımızda neredeyse saat 10:40 olmuştu. Kalan süre ve önümüzde var olan kalabalık bizi endişelendirdi, rica ile ön sıralara geçtik sonra terminaller arası bir trenle on dk bir yolculuk sonrası ancak Terminal 4S e ulaşabildik, on dk yarı koşar adımlarla en son yolcular olarak nihayetinde uçağa bine bildik.
İki buçuk saatlik bir yolculuğun ardından bir kıtadan bir başka kıtaya olan yolculuğumuzda son buldu.
Marakesh havalimanı oldukça modern bir yapı temizlik ise cabası. Dikkatimi çeken ilk şey Fransızcanın hakim bir dil olduğu bunu tabelalardan tututunda en küçük uyarı yazılarına kadar görebiliyorsunuz. Zaten kaldığımız otelin sahibesi de bir Fransız, o da düşüncelerimi dogrular nitelikte kuzeyde İspanyollar in güneyde ise Fransızların hakimiyetinden söz etti. Sonrasında da tuvaletlerinde taharet musluklarının olmaması da kimi için kayda değer bir durum olmasa da kendi adıma müslüman bir ülke olması nedeniyle dikkatimi çeken unsurlardan bir öteki oldu.
Kontroller yapılıp havaalanından dışarı çıktığımızda yanaşan kişiler taksi ihtiyacımızın olup olmadığını sormakla başladılar, bense her ne kadar Faslı olmasam da gittiğim şehirlerin bir vatandaşı olmaya onlar gibi yasamaya ve görmeye çalışırım bu nedenle ilk işim otobüs durağını sormak oldu. Otobüs şoförleri bir çoğu İspanyolca , İngilizce ve Fransızca dillerine hakimler, aslen Türkiyeliyim diyince sonrasında da bir çok kişi aynı tepkiyi verdi ve Hasan Şaş dediler ancak futbolla pek ilgili olmadığımdan Fas ve Hasan Şaş denklemini kuramasamda kişilerin yardım sever davranışları beni pek mutlu etti.
1 euro 10 Fas dinarina karşılık geliyor 60 Fas dinarı vererek iki bilet aldım ve bana biletin dönüş için de kullanılabilecegini bu yüzden bileti saklamam gerektiğini söylediler , bende bileti cuzdanimin iç cebine yerleştirdim. hareket ettiğinde araçta eşim ve benden başka hiç yolcu yoktu.
Şehrin önemli merkezi camisi olan bizde ki adıyla da Kutubiye camisi ni az geçtikten sonra şoför istemsiz, beni yanına çağırdı ben de sırt çantamı eşimin hemen önünde ki koltuğa bıraktım, yanına gittim, şoför aracı durdurdu, civar şehirlerin otobüs terminali yanındaydık ve eliyle Arapça olarak sağdaki yolu işaret etti ve yaklaşık üçyüz metre gitmemiz gerektiğini söyledi. Ve kapıları açtı , telaşa kapıldım herhalde, biri yirmi kiloluk diğeri de kabin bagajı için olan valizleri aldım hızlıca indim, eşim de hemen arkamdan geliyordu.
Otobüsten inince, Harem otogarina yolcu toplayan aynı tipler bizim de ellerimizde valizleri görünce, Fransızca , İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Arapça ve benim anlayamadığım birkaç başka dilde de konuşarak etrafımızı sardılar. Eşimi yanıma aldım yaklaşık elli metre ile neyse ki kurtardım kendimizi derken birden sırtımda ki boşluğu hissettim vah dedim ama öyle böyle bir vah değildi benimkisi.
Marakes'teyim üçüncü dünya ülkesi bunu abartmadan söylüyorum Afganistan dan tek farkı savaşın gölgesinde bir ülke olmayışı, kılık kıyafet ve yemek kültürlerinde ki bazı nüanslar o kadar uzaklığa rağmen Türkiyenin bazı şehirlerini de içine katarak, neden bu benzerlik? Araştırılmaya değer bir şehir ve ben bu şehirde, içinde Canon 7d camera , eşimin ve benim olmak üzere Pasaportlarimiz ki en önemlileri bunlar, vb bazı özel maddi değerde olan eşyalar olan sırt çantamı otobüste unuttum, vah dedim ama benimkisi öyle böyle bir vah değildi.
Eşimi ve valizleri bir duvar dibinde her ne olursa dahi ayrilmamasıni tembih ederek son sürat otobüsün gittiği yöne doğru giden caddeye attım kendimi. İlk taksiyi durdurdum İngilizce , İspanyolca bilip bilmediğini sordum, adam anlamadı, Arapça cevap verdi, biz müslüman bir ülke bireyleri olarak neredeyse bilmediğimiz dua yok ve bunların hepsi de Arapça , her duada ki bir kaç kelimenin anlamını bilseydim demek ki bu ülkede Arapça iletişim kurabilecektim ama nafile, adam gitti. Hemen ardından zayıf , kemikleri neredeyse dışarıya çıkmış burnu benimkinden de uzun, gariban tipli, Yılmaz Güney'in Umut filminde ki Cabbar tiplemesi bu taksiciyi çok güzel tarif eder. Zaten Cabbarin at arabasıyla da bu taksicinin, aracını bemzestire bilirseniz tamamdır.
Aklımda korkularimla adamın açık camından içeri başımı soktum, trafik karadüzen akıyordu ve o esnada bu taksi, önündeki aracın yolu tıkamasıyla yavaşlamıştı. Gerçekten taksici ürktü, ona ben Arapça bilmiyor olamama rağmen çantamı önde giden otobüste unuttuğumu anlatabildim.
Adam el işaretiyle gel yaptı ben zaten o telaşla kapıyı çoktan açmış adamın yanına oturmuştum.
Bütün kırmızı ışıklar bize denk geldi ve her bekleyişte bildiğim tüm küfürleri ettim. Bir ara yine kırmızı ışık denk gelince adam herhalde telaşımı anlamış olacak, durmadı kırmızı da geçti, vallahi mutlu oldum.
Aklimdan neler geçmiyor ki, Afrika'nın kuzeyinde bir yerdeyim , pasaport yok , yeni pasaport gelene kadar üç ay mı, beş ay mı geçer , vah başımıza gelenler, insan böyle durumlarda bazen ne yapacağını bilemiyor, hele birde daha önceden böyle bir tecrübe yaşamamış sa, daha da zor geliyor, az ilerde iki otobüs belirdi, bir de sola ve direk giden iki yol ayrımı.
Cennet le cehennemde ki yol ayrımı gibi , Sırattayım sanki, araftayım ve hangisi ? Seç bakalım der gibi!!
Şimdi, otobüsün adı ne der gibi bir şey sordu Arapça, ben Arapça bilmiyorum ama ayan oldu herhalde anlıyorum şoförü artık. El isaretiyle A harfi yaptı ben de bilmediğimi söyledim ama o solda ki otobüsü takip etti , Otobüs sola dönerken şoförü az çok genç olduğunu seçtim ancak emin de olamadım, bizim araçta otobüsün ardında dönüşü yaptı üç yüz metre sonra otobüs durağında yakaladık , ancak takip ettiğimiz otobüs , çantamı unuttuğum otobüs değildi. La havle mı dersiniz , küfür mü dersiniz terleme mi dersiniz ben bütün duyguları yaşıyorum. O esnada da bizim taksici bağırarak , kafasını camdan sarkıtan otobüs şoförüne durumu anlatıyordu. Ben de aklımda iki seçenek. Ya otobüste biri çantayı buldu sırtına takti ve gitti , ya da o biri çantayı buldu şoföre teslim etti ancak şoför kim , nasıl bulunur,ben kimim ve burada ne işim var!!!!
Eşim duvar dibinde, valizlerle telaş içinde beni bekliyor ( herhalde ), telefonumun hatti farklı bir ülke olması nedeniyle çalışmıyor , çanta ayrı bir yere yolculuk ediyor ve ben ayrı bir yere.
İnsan işte ne oldum denemeli ne olacağım demeli , hiç ummadığı bir anda herşey çok güzel gidiyor sandığımız bir anda öyle bir parçalana biliyorsunuz ki , toparlanmanın imkanı mucizelere kalmış.
Taksici , otobüs soförüyle konuşmasını bitirdi , ve iki eliyle avuç içleri yere bakar vaziyette bir şeyi iter gibi tekrarladığı hareketle sakin olmamı istedi, ben de anladım, bir de bana sor.
Aradan on dk geçmişti, Şoför, beni bir çok otobüsün olduğu bir durağa götürdü. Bu durak daha önce ilk otobüsle geldiğim Kutubiye camisi önünde ki durakti. Taksicilerden birini çağırdı ve ona durumu anlattı. Taksici yarım yamalak ancak iç rahatlatan ingilizcesiyle , bütün otobüslerin dönüş ve başlangıç durakları burası , sen burada bekle ve adamı tanirsan çantanı alırsın dedi , adamlar kendilerinden o kadar emin ki benim düşündüğüm ilk şık olan birinin çantayı otobüste bulup götürme ihtimalini dillendirmiyorlar bile. Baktım başka çare yok. Taksiciye dedim ki bu benim taksi şoförüne beni aldığı yere götürmesini söyle. Parmagimdaki yüzüğü göstererek eşimi alıp tekrar buraya gelelim dedim ve aynen de öyle yaptık.
Taksiye ilk bindiğimiz yere geldiğimde eşim telaşla aynen bıraktığım ve tembih ettiğim yerde bekliyordu. Beni görünce ağladı, ve bana sarıldı, Çaresiz bir ses tonuyla, üzgünüm dedi, çünkü arkada kalınca çantayı onun alması gerektiğini düşünmüş, yanlızlığında ona ulaşan pişmanlık vesvesesi de böyle. Eşime ağlamaması gerektiğini bir yolunu bulacağımızı söyledim ama kalbimde ki umut bir kandilin sönmek üzere olan ışığı kadardı. ,
Taksiye valizleri yerleştirdik ve taksici dönüş yapabildi diye bir yola girdik, köşede bir otobüs gördüm , şoförü aynen bizim şoföre benziyordu taksimizi durdurdum ve indim, koşarak otobüse gittim. Ve ona el işaretiyle çantamı unuttuğumu anlattım ama fark ettim ki o şoför bu şoför , o otobüs de bu otobüs değil. Adamın beni anlayıp anlamadığına aldırış etmeden gerisin geriye bir umut taksiye koşarken, otobüste ki adam korna çaldı. Taksici otobüse yanaştı adam otobüsten indi, taksiciye durumu sordu. Taksici olan biteni anlattı ve adam, şoför koltuğunun hemen yanında çaresiz bir yüz haliyle oturan benim gözlerimin içine baktı ve sihirli , altın soruyu sordu ( ticket , ticket ????? BİR yandan da eliyle küçük kağıt parçasını tarif ediyordu.
Bir kağıt parçasının bu kadar değerli olacağı ve herşeyin ona bağlı olarak gelişeceği aklımın ucundan dahi gecmezdi. Cebimden cüzdanı çıkarttım içinden itinayla yerleştirdiğim biletleri aldım adama verdim. Adam bizim taksi şoförüne bir şeyler söyledi ve taksi şoförü yüzünde ki tebessümle beni yine o Kutubiye camisinin önüne götürdü.
Eşim bazen kendisine de kızarak hem konuşuyor hem ağlıyordu. Ona tekrardan ağlamasının icinde bulunduğumuz duruma hiç bir fayda ya da zarar sağlamayacağını o yüzden ağlamamasi gerektiğini söyledim ama benim de içim pek farklı değildi, çünkü pasaport yoksa şu kısa tatil günlerinde uğraş dur.
Kutubiye camisi önüne vardık, taksi şoförü durak görevlisinin yanına götürdü beni, durumu anlattı. Görevli, elimde ki bileti aldi, bir yerleri aradı , beş dakika bekle dedi. Beş dakika hiç bu kadar uzun bir zaman değildi daha öncelerde ne bitmek bilmeyen bir zamanmiş bu, bir daha aradı ve bana tamam dedi çanta geliyor dedi ama ben hala içim de ya o değilse şüphesiyle. Eşim ve taksici ikisi de bana sarıldılar, sevindik veselam, temkinli bir bekleyişle tam yirmi dakika geçti bir otobüs yanaştı , görevli bu otobüs dedi, baktım, ancak şoför aynı değildi ve ben kalpten neredeyse gidecektim, artık daha öteye , nereye gidilirse oraya gidecektim, görevli araca bin dedi , bindim ve el işaretiyle sırt çantami anlattım , ve İngilizce çantanın rengini söyledim, yanına gidene kadar istifini bozmayan şoför sol elini sol tarafa attı yerden benim çantayı havaya kaldırdı, bir zamanlar bir çocuğa babası tarafından hediye edilen yat için yapılan röportaj da sorulan soruya cevap olarak söylediği inanın bu duygu anlatılmaz yaşanır , işte öyle bir şeydi.
Çantayı aldim adamın eline sevinç ifadesi olarak bir öpücük kondurdum. O da benim elimi öptü o kısmı anlamadım ama saygıya karşılık saygı herhalde.
Nihayet çantayı aldım. Herşey içindeydi. Taksici bir bucuk saat süren macera sonrasi bizi Fransız bayanın işlettiği mükemmel otelimiz e bıraktı. İnanın taksicinin emeğini de, yardımını da , bizimle paylaştığı sevincini de karşılıksız bırakmadım. Yanımızdan keyifle ayrıldı tabiki bizde.
Sonrasında ne mi yaptik , biraz dinlendikten sonra Marakeş'in Balat sokaklarıni andiran yerlerinde bir tur attık ve yolumuz tekrar Kutubiye camisi önüne düştü. Bu kere koca meydan da var olan fakir, telaşlı ve eski bir kültürün izlerini takip ederek yılanlarla cesaret gosterip , maymunlarla şarlatan olduk. Az yedik çok eğlendik, başka günlerde saklı başka maceralara doğru açtığımız yelkende Allah ruzgarimizi hiç eksik etmesin ve kimseleri bilmediği yerlerde caresiz bırakmasın. Sağlıcakla kalın.
Fas/ Marakeş Günleri.
Yorumlar
Yorum Gönder